hastalık etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
hastalık etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

03 Temmuz 2016

Ramazan Ayı Biterken

Vicdanınızdan Fetva Aldınız mı?

Ramazan, hiç gitmeyecekmiş gibi geldi ama artık gidiyor. Oruç tutanlar, mükafatını Allah'tan umarak uzun ve sıcak günlerde Rabbimizin rızasını kazanmaya çalıştı. Oruç tutmayanlar ise kendilerince haklı gerekçelere sığınarak bu ibadeti yerine getirmedi. Allah oruç tutanların orucunu, tutmayanların mazeretlerini kabul etsin. 
Oruç tutmayanların en sık başvurduğu mazeret hastalıktır. Ancak ileri derecede risk taşımayan hastalıklarda mükellefiyet düşmez. Allah  Resûlü’nün (sav), "Müftüler sana fetva verse de sen vicdanından fetva iste!" hadisi gereğince hastalık konusunda müftü konumunda olan doktorların "oruç tutma" sözüne karşılık hasta öncelikle kendi vicdanlarına danışmalı ve ona göre bir karara varmalıdır. Zira Ramazan orucunun sevabı, başka hiçbir amelde bulunmamaktadır. Ancak hasta, böyle bir hesap yaparken hastalığı kendi sağlığına zarar verecek veya hayatî bir risk taşıyacak durumda ise dinimizde beş zaruretten biri kabul edilen canını korumaya öncelik vermelidir. Zira bazen zaruret durumlarında insan hayatı her şeyden önemli hale gelir ve farz olan dinî mükellefiyetlerin bile önüne geçer.




01 Mayıs 2016

Minnet Duygusu

Günün son namazını kılmak için abdestini aldı. Koridora yöneldi. Nefes alıp vermekte zorluk çekiyordu. On iki numaralı odanın kapısına geldiğinde kendini yere bıraktı. Acıyla kıvranıyordu. Sekizinci sınıf öğrencilerinden Tamerlan onu gördü. Yanına geldi.

-Habib, ne oldu, dedi.
Habib’den alacağı cevabı beklemeden,
—Habib fenalaştı, diye bağırdı.
Koridor bu sesle yankılandı. Bu bir imdat çağrısıydı. Bunu ilk duyan nöbetçi öğretmen Tahsin Bey oldu. Ani bir refleksle sesin geldiği yöne baktı. Bir de ne görsün? Habib yerdeydi. Koştu.
—Ne oldu Habib, dedi.
Habib cevap vermedi. Zavallı çocuk, nefes alıp vermede zorluk çekiyordu. Ellerini kalbinin üzerine koymuş, bastırıyordu. Rengi solmuştu. Acilen doktora gitmesi gerekiyordu.
Tahsin Bey, çocuğu kucakladı. Revire götürdü. Yatağa yatırdı. Hemen okul müdürü Abdullah Bey’e haber verdi. Habib’in yüzüne kolonya sürdü. Habib biraz rahatlamıştı. Ama hala elleri kalbinin üzerindeydi. Birkaç dakika sonra okul müdürü Abdullah Bey, geldi. Habib’i kendi arabasına bindirdi. Habib’in ne olup bittiğini arabada öğrendi. On dakika sonra hastaneye ulaştılar. Giriş işlemleri yapıldı.
Kayıt yerindeki memur koltukları gösterdi.
—Şöyle oturun. Az sonra sizi çağıracaklar, dedi. Gösterilen yere oturdular.
Çok geçmeden yanlarına nöbetçi hemşire geldi. Gözlerini ovuşturdu.
—Hastanın nesi var, dedi.
Tahsin Bey, olanları anlattı.
—Bekleyin az sonra çağıracağız, deyip doktorun yanına gitti. Doktorla birlikte fincanlarındaki kahveyi yudumladılar. Yarım kalan sohbetlerine devam ettiler.  Az geriden onları izleyen Abdullah Bey ise sıkıntılıydı. Şakakları zonkluyordu. Doktorla hemşirenin konuşmasının bitmesini bekledi. Fakat sohbet hala devam ediyordu. Hatta arada sırada güldükleri bile oluyordu. Sabrın da beklemenin de bir sınırı olurdu. Abdullah Bey, doktorun yanına yaklaştı. Hastayla ilgilenilmesini isteyecekti. Fakat Rusçayı iyi konuşamıyordu. Dağarcığındaki kelimeler arasında hastayla, hastalıkla ilgili terimler çok yoktu. İçinden bir ses: “Şunlara bir şeyler söyle! Yoksa sonuç iyi olmayacak.” diyordu. Bütün cesaretini topladı. Doktorun gözlerinin içine baktı.
—Siz nasıl insansınız? Yardımınıza ihtiyacımız var. Sizse çok rahatsınız. Göreviniz ne sizin, dedi.
Doktor ve hemşire şaşırdı. Bir hasta yakınından ilk kez böyle bir tepki almışlardı. Birbirlerinin yüzlerine baktılar. Hemen hareketlendiler. Habib, müşahede odasına alındı.
Doktor, Habib’e hastalığıyla ilgili sorular sordu. Aldığı cevaplar doğrultusunda hazırlıklar başladı. Hemşire hanım önce bir iğne yaptı. Ardından buhar makinesi getirdi. Doktorun yazdığı ilacı paketinden çıkardı. Makinenin haznesine boşalttı. Solunum maskesini taktıktan sonra Habib’e:
 —Nefes al, ver, dedi.
Hemşire Hanım, buhar kesilinceye kadar Habib’le birebir ilgilendi. İşi bitince Habib, kalkmaya yeltendi.  Hemşire:
—İşlemler bitinceye kadar sen burada yat, dinlen, dedi.
Abdullah Bey, öğretmen ve hemşireyle birlikte doktorun yanına gitti.
Bayan Petrovna, ilaçları yazdıktan sonra Abdullah Bey’e baktı.
—Hastanın nesi oluyorsunuz, dedi.
—Okul müdürüyüm, dedi.
Doktor hanım iyice şaşırdı.
—Ben de hastanın akrabası olduğunuzu sanmıştım…  Hangi okulun müdürüsünüz?
—Türk Lisesinin!
—Türksünüz demek?
—Evet.
—Cesaretiniz kadar merhametinizi de beğendim. Yabancı bir ülkedesiniz…
Abdullah Bey, doktorun konuşmalarını tam olarak anlamamıştı. Öğretmen, tercümanlık yaptı.
Abdullah Bey:
—Biz burada misafiriz… Bu çocuk bize emanet. Onun başına bir şey gelmesini istemeyiz.
Doktor bu sözlere söyleyecek bir söz bulamadı. Başını salladı.
—Demek öyle…
Öğretmen:
—Habib’in nesi var doktor hanım, dedi.
Galina Petrovna:
—Tedirgin olacak bir durum yok. Bu tür olaylar hep oluyor. Gönlünüz hoş olsun. Şimdi gidebilirsiniz, dedi.
Öğretmen, rahatlamıştı. Doktorun söylediğini müdürüyle paylaştı.
Müdür Bey, ilk baştaki öfkesini unutmuş gibiydi. Galina’ya ve hemşireye minnetle baktı. İkisine de teşekkür etti.
Artık bütün işlemler bitmişti. Sırada Habib’i alıp yurda gitmek vardı.
Doktor, müdür ve öğretmen, Habib’in yanına gittiler.
Habib uyuyordu. Öğretmen onu uyandırmak için başucuna vardığında sayıklamaya başladı. Galina ve hemşire için anlaşılmaz olan sözcükler, müdürü ve öğretmeni için oldukça anlamlıydı. Çünkü Habib, Türkçe konuşuyordu.
Söylediği her kelime net anlaşılıyordu.
Belli ki Habib rüyasını Türkçe görüyordu.
30.01.2016
http://blog.zaman.com.tr/minnet-duygusu-turkce-gorulen-ruya/