Mehmet Büyükşahin etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Mehmet Büyükşahin etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 Mayıs 2016

Ben Sana Anne Olurum

Hafif ve ılık bir rüzgar esiyordu, ağaçlarda son yapraklar kavisler çizerek yere düşüyordu. Mevsim sonbahardı, pazar günüydü, sokaklar sessizdi, gökyüzü kapalıydı. Ufukları süsleyen bulutlar umudu yeşertiyordu, yağmur yaklaşıyordu, bereketin izleri yeryüzüne iniyordu. Topraklar tohumları bekliyor, ekinler ekilecekti.

Köpeği yanına alarak gezintiye çıktı kadın.

Ortada kimsecikler yoktu, yalnızca küçük bir kız çocuğu oturuyordu. Kadın ona doğru ilerledi, çocuğun yanına vardı. Çocuğun elinde kalın bir kitap vardı, dudakları kıpırdıyor, sanki gözleri satırları takip ediyordu. Kadın, seslendi:

"Okuyor musun?"

Küçük kız başını kaldırdı, kadının geldiğini farketmemişti.

"Bir şey mi dediniz?"

"Kitap mı okuyorsun?"

Çocuk, titrek bir sesle cevap verdi:

"Ben, okuma bilmem ki!"

"Ama okur gibi bir halin var?"

Çocuk, burnunu çekti: "Annem, bana kitap okurdu. En son okuduğu kitap buydu. Sayfaları çevirdikçe onun sesini duyar gibi oluyorum."

"Annen yok mu senin?"

"Allah’a kavuştu?"

"Sen nerden biliyorsun onun Allah’a kavuştuğunu?"

"O söylerdi… İnsan ölünce Allah’a kavuşurmuş."

"Baban yaşıyor mu?"

"Evet…"

"Şimdi kim bakıyor sana? Elbiseni kim yıkıyor? Saçlarını kim tarıyor?"

"Büyük annem…"

Kadının yüreği sızladı, duyguları kabardı. Ağlamak istedi ama kendini zor tuttu.

"Ah çocuk ah," dedi, başını kaldırarak ona baktı. Gözgöze geldiler. Çocuğun yüzü ay parçasıydı, gözleri deniz mavisi… Minik, sevimli, zeki… Kadının yüreği ısındı. Farklı bir duygu ona doğru akıyordu.

"Ben sana anne olurum…"

Hastaydı kadın, doktorlar anne olamayacağını söylüyordu. Ama o inatla anne olmak istiyordu. Annelik duygusunu tatmak istiyordu. Öksüz bir çocuğa anne olmak hiç de fena olmazdı. Mechul bir gelecek, ama belki de hayatında bir anlam bulabilirdi. Çocuğun ne düşündüğünü merak etti, bekledi. Ama çocuk sessizdi.

Kadın, çocuğun yanına eğildi. "Beni anne olarak kabul etmeyecek misin?" dedi, yalvarır gibiydi.

Çocuk hala sessizdi.

"Adın ne senin?"

"Özlem!"

"Özlem, çocuğum ol, ne olursun," dedi kadın.

Sessizlik.

Kadın, sıkıca sarıldı çocuğa. Gözyaşları içinde kızı öptü. Sonra, Özlem'in evine gitmek için ona rehberlik etti. Yolda, kadın belki de hayatının en büyük eksikliğini hissetti: Çocuk özlemi…


01 Mayıs 2016

Minnet Duygusu

Günün son namazını kılmak için abdestini aldı. Koridora yöneldi. Nefes alıp vermekte zorluk çekiyordu. On iki numaralı odanın kapısına geldiğinde kendini yere bıraktı. Acıyla kıvranıyordu. Sekizinci sınıf öğrencilerinden Tamerlan onu gördü. Yanına geldi.

-Habib, ne oldu, dedi.
Habib’den alacağı cevabı beklemeden,
—Habib fenalaştı, diye bağırdı.
Koridor bu sesle yankılandı. Bu bir imdat çağrısıydı. Bunu ilk duyan nöbetçi öğretmen Tahsin Bey oldu. Ani bir refleksle sesin geldiği yöne baktı. Bir de ne görsün? Habib yerdeydi. Koştu.
—Ne oldu Habib, dedi.
Habib cevap vermedi. Zavallı çocuk, nefes alıp vermede zorluk çekiyordu. Ellerini kalbinin üzerine koymuş, bastırıyordu. Rengi solmuştu. Acilen doktora gitmesi gerekiyordu.
Tahsin Bey, çocuğu kucakladı. Revire götürdü. Yatağa yatırdı. Hemen okul müdürü Abdullah Bey’e haber verdi. Habib’in yüzüne kolonya sürdü. Habib biraz rahatlamıştı. Ama hala elleri kalbinin üzerindeydi. Birkaç dakika sonra okul müdürü Abdullah Bey, geldi. Habib’i kendi arabasına bindirdi. Habib’in ne olup bittiğini arabada öğrendi. On dakika sonra hastaneye ulaştılar. Giriş işlemleri yapıldı.
Kayıt yerindeki memur koltukları gösterdi.
—Şöyle oturun. Az sonra sizi çağıracaklar, dedi. Gösterilen yere oturdular.
Çok geçmeden yanlarına nöbetçi hemşire geldi. Gözlerini ovuşturdu.
—Hastanın nesi var, dedi.
Tahsin Bey, olanları anlattı.
—Bekleyin az sonra çağıracağız, deyip doktorun yanına gitti. Doktorla birlikte fincanlarındaki kahveyi yudumladılar. Yarım kalan sohbetlerine devam ettiler.  Az geriden onları izleyen Abdullah Bey ise sıkıntılıydı. Şakakları zonkluyordu. Doktorla hemşirenin konuşmasının bitmesini bekledi. Fakat sohbet hala devam ediyordu. Hatta arada sırada güldükleri bile oluyordu. Sabrın da beklemenin de bir sınırı olurdu. Abdullah Bey, doktorun yanına yaklaştı. Hastayla ilgilenilmesini isteyecekti. Fakat Rusçayı iyi konuşamıyordu. Dağarcığındaki kelimeler arasında hastayla, hastalıkla ilgili terimler çok yoktu. İçinden bir ses: “Şunlara bir şeyler söyle! Yoksa sonuç iyi olmayacak.” diyordu. Bütün cesaretini topladı. Doktorun gözlerinin içine baktı.
—Siz nasıl insansınız? Yardımınıza ihtiyacımız var. Sizse çok rahatsınız. Göreviniz ne sizin, dedi.
Doktor ve hemşire şaşırdı. Bir hasta yakınından ilk kez böyle bir tepki almışlardı. Birbirlerinin yüzlerine baktılar. Hemen hareketlendiler. Habib, müşahede odasına alındı.
Doktor, Habib’e hastalığıyla ilgili sorular sordu. Aldığı cevaplar doğrultusunda hazırlıklar başladı. Hemşire hanım önce bir iğne yaptı. Ardından buhar makinesi getirdi. Doktorun yazdığı ilacı paketinden çıkardı. Makinenin haznesine boşalttı. Solunum maskesini taktıktan sonra Habib’e:
 —Nefes al, ver, dedi.
Hemşire Hanım, buhar kesilinceye kadar Habib’le birebir ilgilendi. İşi bitince Habib, kalkmaya yeltendi.  Hemşire:
—İşlemler bitinceye kadar sen burada yat, dinlen, dedi.
Abdullah Bey, öğretmen ve hemşireyle birlikte doktorun yanına gitti.
Bayan Petrovna, ilaçları yazdıktan sonra Abdullah Bey’e baktı.
—Hastanın nesi oluyorsunuz, dedi.
—Okul müdürüyüm, dedi.
Doktor hanım iyice şaşırdı.
—Ben de hastanın akrabası olduğunuzu sanmıştım…  Hangi okulun müdürüsünüz?
—Türk Lisesinin!
—Türksünüz demek?
—Evet.
—Cesaretiniz kadar merhametinizi de beğendim. Yabancı bir ülkedesiniz…
Abdullah Bey, doktorun konuşmalarını tam olarak anlamamıştı. Öğretmen, tercümanlık yaptı.
Abdullah Bey:
—Biz burada misafiriz… Bu çocuk bize emanet. Onun başına bir şey gelmesini istemeyiz.
Doktor bu sözlere söyleyecek bir söz bulamadı. Başını salladı.
—Demek öyle…
Öğretmen:
—Habib’in nesi var doktor hanım, dedi.
Galina Petrovna:
—Tedirgin olacak bir durum yok. Bu tür olaylar hep oluyor. Gönlünüz hoş olsun. Şimdi gidebilirsiniz, dedi.
Öğretmen, rahatlamıştı. Doktorun söylediğini müdürüyle paylaştı.
Müdür Bey, ilk baştaki öfkesini unutmuş gibiydi. Galina’ya ve hemşireye minnetle baktı. İkisine de teşekkür etti.
Artık bütün işlemler bitmişti. Sırada Habib’i alıp yurda gitmek vardı.
Doktor, müdür ve öğretmen, Habib’in yanına gittiler.
Habib uyuyordu. Öğretmen onu uyandırmak için başucuna vardığında sayıklamaya başladı. Galina ve hemşire için anlaşılmaz olan sözcükler, müdürü ve öğretmeni için oldukça anlamlıydı. Çünkü Habib, Türkçe konuşuyordu.
Söylediği her kelime net anlaşılıyordu.
Belli ki Habib rüyasını Türkçe görüyordu.
30.01.2016
http://blog.zaman.com.tr/minnet-duygusu-turkce-gorulen-ruya/