sevgi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
sevgi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

21 Nisan 2016

BOŞANMAK İSTEYEN EŞİNE ÖYLE BİR SÖZ SÖYLEDİ Kİ...

Yapılan istatistikler göstermiştir ki Türkiye'deki boşanmaların yüzde altmışı evliliğin ilk on yılında gerçekleşiyor. Gün geçtikçe de bu oran yükseliyor. Allah katında "en sevimsiz helal" olarak nitelendirilen boşanma konusunda toplumsal hassasiyetlerimizi kaybetmememiz gerekir. Boşanan ailelerde en büyük sıkıntıyı çocuklar çekiyor. Hiç olmazsa boşanmaya karar veren çiftler çocuklarını düşünerek kendilerine çeki düzen vermeliler. Konumuzla ilgili aşağıdaki hikayeyi mutlaka okumanızı tavsiye ederim. Sonunu okuyunca gözyaşlarınızı tutamayacaksınız... 
Kararlıydı adam... Boşanacaktı. Onca yıllık yuvayı bir hiç uğruna yıkacaktı. Evine geç geldi bir gece... Karısı akşam yemeği hazırlamakla meşguldü.
Adam, karısının elini tuttu: “Boşanmak istiyorum” dedi.
Yıkılmıştı kadıncağız. Kahrolmuştu. Elindeki çatal ve kaşıklar düşüverdi yere. “Sen adam olamazsın!” diyebildi cılız bir ses tonuyla. Başladı, hıçkıra hıçkıra ağlamaya. O gece hiç konuşmadılar.
Ertesi gün adam avukatına, evini, arabasını ve şirketini hisselerinin 30%’unu eşine bırakacağı boşanma anlaşmasını hazırlattı. Akşam gelince kadına uzattı.
Kadın, içeriğine bile bakmadan anlaşmayı yırtıp attı.
Sabah oldu. Kadın, kocasının karşısına geçti. Boşanma şartlarını anlattı.
Kocasından ne ev, ne araba, ne de servet istiyordu kadın.
İstediği tek bir şey vardı: Boşanıncaya kadar evliliklerinin ilk yılında olduğu gibi yaşamak...
Neden böyle bir şey istediğini sordu adam.
Basit bir gerekçesi vardı kadının. Oğlunun sınavı vardı, onun bu durumdan etkilenmesini istemiyordu. Bu şartı hiç düşünmeden kabul etti adam.
Kadın, kocasına evlendikleri kendisini nasıl kucakladığını anlattı. "Mahkemeye çıkıncaya kadar her gün beni kapıda karşılayıp odaları dolaştıracaksın." dedi.
Karısının delirdiğini sandı adam.  Ancak evde huzursuzluk çıksın istemiyordu. Bu teklifi de kabul etti.
Adam, ertesi gün işten geldiğinde eşini garip duygular içinde kapıda kucakladı, Yatak odasına götürüyordu. Bu durumu gören oğulları neşeli bir şekilde, “Arslan babam! Annemi kucağında taşıyor!” diye alkışladı.
Çocuğun söyledikleri adamın yüreğine oturdu. Eşini, yatak odasından oturma odasına götürdü. İkisi de farklı koltuklara oturdular.
Kadın, közlerini kapattı. Önemli bir sırrını açar gibi ve sakince: “Boşanacağımızı oğlumuza söyleme!” dedi.
Adam, başını salladı. Karısını onayladı.
İkinci gün kadın, kocasının göğsüne yaslandı.
Adamın burnuna, eşinin ten kokusu ulaştı. Uzun zamandı eşine kadın gözüyle bakmadığını anladı. Eşinin yüzüne baktı. Artık genç birisi değildi. Yüzünde kırışıklar, saçında beyaz teller vardı. Yıllar onu yormuş, yıpratmıştı, ama hala bir kadındı. Üstelik anneydi. Çocuğunun annesiydi. Bu duyguların yoğunluğunda eşini taşıdı. Dördüncü gün eşini kucağına aldığında, aralarındaki bağın kuvvetlenmeye başladığını hissetti. Doğru ya... Kucağındaki kadın ona, hayatının on yılını vermişti. Gün geçtikçe bu bağ daha da kuvvetlendi. Adam, eşine yaşattığı acının ne kadar derin olduğunu anlamaya başladı. Ellerini, karısının başını okşarken buldu. O anda içeriye biricik oğulları girdi. Onun gelmesine bile aldırmadı. Eşini sımsıkı kucakladı. Tıpkı evliliklerinin ilk günlerinde olduğu gibi.
Bu oyun günlerce haftalarca sürdü. Gün geçtikçe hayatlarında bir şeylerin değiştiğini fark ediyorlardı.
Ve... Nihayet mahkeme günü geldi.
Adam, karısına "Birlikte gidelim." dedi. Evden çıktılar. Arabaya bindiler. Sus pustular.
Adliye yoluna yöneldiklerinde ikisinin kalbi de küt küt atıyordu.
Araba, adliyeye yakın bir yerde durdu.
İkisi de arabadan indi.
Adam, adliyeye gitmek yerine yolun karşısına geçti.
Orada bir çiçekçi dükkanı vardı.
Oraya girdi.
Eşine sürpriz yapmak istiyordu, çiçek aldı.
Çiçekçi nota ne yazdırmak istediğini sordu.
Adam, “Ölüm bizi ayırana dek seni kucağımda taşıyacağım” dedi.
Adam, her şeyin farkındaydı artık. Hemen arabanın yanında bekleyen eşinin yanına geldi.
Ellerimde çiçekler ve suratımda içten bir gülümsemeyle eşini kucakladı. Elindeki çiçekleri takdim etti. Boşanmaktan vazgeçmişti adam...
Ağlaştılar...
Anlaştılar...
Fakat birliktelikleri çok uzun sürmedi.
Bir kaç ay sonra zavallı kadın, eşinden ve cocuğundan sakladığı ölümcül hastalığa yenik düştü.
Öldü.
Adam, eşini son kez kucağımda taşıdı…

05 Mart 2016

HİÇ BİR ÇOCUK ANASINDAN HIRSIZ DOĞMAZ

Çocukların yaptığı yanlışlar karşısında duyarsız kalmak onların aynı davranışı tekrarlamasına neden olur. Bu da onda huy haline gelir. Huy haline gelen davranışların da tamiri oldukça zordur.

Olumsuz davranışını gördüğümüz çocuğumuzla öncelikle yaptığı yanlış hakkında uygun bir dille konuşulmak gerekmektedir. Kesinlikle  çocuğun kişilik gelişimini olumsuz etkileyecek suçlamalar, kıyaslamalar ve cezalardan uzak durmak gerekiyor. Kaldı ki çocukların hata işlemesine, yanlış yapmasına fırsat vermek gerekir. Çocuklar, bazı doğruları yanlış yaparak öğrenirler. Varsayalım ki bir gün çocuğumuz arkadaşına  eşyasını ait olan bir eşyayı izin almadan çantasına koyup eve gelmiş olsun. Başınızdan kaynar sular dökülür değil mi? Sizi anlıyorum ilk anda ne yapacağınızı bilemezsiniz. Bence aceleci olmayın. Öncelikle bu davranışın nedenini araştırın. Bu konuda yapılacak ikinci iş eşyanın iade edilmesi ve sahibinden özür dilenmesi olmalıdır.

Peki bu çocuğu hırsızlığa iten sebepler nelerdir?

Belki de çocuğu bu davranışa sevk eden siz olabilirsiniz. Bu konuyla ilgili size birkaç tavsiyem olacak:

1- Öncelikle çocuğnuza ait eşyaları ondan izin almadan kullanmayın. Çocuğa özel mülkiyetin bir hak olduğu hissettirilmeli ve onun hakkına saygı gösterilerek örnek olun.

2-Çocuğunuzun her istediğini yapıyorsanız, çocuk her şeye sahip olmak isteyecektir. Dolayısıyla imkanı yoksa çalma eylemi gösterecektir. Bazı isteklerini ertelemeye başlayın ve çocuğun kendini kontrol etme becerisi kazanmasına yardımcı olun. 

3-Doyumsuzluk, çocuğu çalma davranışına iten en önemli nedenlerden biridir. Sevgi ve ilgiden yoksun büyüyen çocuklar, bu eksikliklerini çalma yoluyla kapatmaya çalışırlar.Çocuklarınızla nitelikli zaman geçirin, onlara sevdiğinizi hissettirin.

4-Çocuğa haftalık harçlığını mutlaka verin ve asla "harçlık kesme" cezası vermeyin. Biri yer, biri bakar kıyamet ondan kopar. Maddi durumunuz ne olursa olsun çocuğun harçlığını aksatmayın. Onların harçlığını ödenmesi gereken öncelikli borç olarak algılayın.

5-Hırsızlığı yücelten, çalmayı, gasp etmeyi, aldatmayı doğal gösteren filmler seyredilmemeli, bu konuyla ilgili oyunlar oynatılmamalıdır.

6-Bazı çocuklar kendini ispat etmek için hırsızlık yapabilirler. Çocuğun grup oyunlarına, birliklte yapılan faaliyetlere katılması teşvik edin. Çocuğun sosyal çevre tarafından kabul görmesine yardımcı olun.

Unutmayın: "Hiç bir çocuk anasından hırsız doğmaz."
 

01 Mart 2016

VELİ DESTEĞİ OLMADAN OKULLAR BAŞARILI OLABİLİR Mİ?

Okulun çehresi, bulunduğu çevreyi tesir altında almadıkça gerçek bir eğitimden söz edilemez. 
Çevreye tesir etmek, ciddi etkileşimle oluşan bir manevi bağla sağlanır. Bu bağı, evrensel değerlerin millî ahlak prensipleri içerisinde yoğrulup Hak rızası için  halk istikbâlinin daha aydınlık olmasını dileyerek kurmanın çareleri aranmalıdır.
Tarihin hiçbir döneminde hiçbir doktrin, hiçbir inanç, hiçbir görüş halk desteği olmadan başarıya ulaşmış değildir. Bu yüzden halktan kopuk bir eğitim  anlayışı da başarıya ulaşamaz.
Dünyanın küçülüp hızla bir köy haline geldiği çağımızda her alanda akıl almaz gelişmeler getirmekle birlikte çığ gibi büyüyen sorunların çözüm yolları aranmaktadır. Toplum temellerini oluşturan değerler, altüst olurken okulların üzerine binen yük de gün geçtikçe ağırlaşmaktadır. Eğitim alanında yapılan araştırmalar ve incelemeler göstermiştir ki çevre, önemli ve etkili bir role sahiptir. Okullarda verilen bilgiler ne kadar mükemmel olursa olsun, çevre tarafından desteklenmediği takdirde gerçek başarıdan söz etmek mümkün değildir. Burada “çevre” kavramını biraz açacak olursak aile, akraba ve arkadaş ön plana çıkar. Çocuğun eğitiminde en önce aile rol alır. Doğasında sosyallik olan insan, yaş ve bilgi seviyesine göre doğru ya da yanlış arkadaşlar edinir. Okul öncesi dönemde kişiliğini büyük ölçüde kazanan insan, okul dönemlerinde kişiliğini pekiştirirler.
Okul-aile ilişkilerindeki uyum ve başarı, öğrencilerin eğitim başarılarına yansır. Bu nedenle aile-okul ilişkileri büyük bir özenle yürütülmelidir. Okulların, çocuklarını emanet aldıkları aileleri, çok iyi tanımaları gerekir. Çocuk, oturup kalkmasını, sevgi ve saygıyı, mülkiyet hissini, temizlik ve beslenme alışkanlığını, arkadaşlarıyla uyum içinde olmak gibi bir çok davranışı ailede öğrenir.
Unutulmamalıdır ki aile ve okul iki temel kurumdur. Öğrenciler, hayatlarının büyük bir bölümünü bu iki yaşam içerisinde geçirir. Bu nedenle aile ve okulun eğitim anlayışlarında çatışmaların olmaması, değerlerin farklılık arz etmemesi gerekir.